ABD SALDIRGANLIĞINA KARŞI KOMÜNİST PARTİLER NASIL TAVIR ALIYOR? Umut verici ama daha fazlası gerekli
ABD’nin Irak’taki askeri müdahalesi, Irak silahlı kuvvetlerinin yenilgisiyle son bulmuş gibi görünse de, önümüzdeki günler bölge ülkeleri için hiç de iç açıcı görünmüyor. Savaş, emperyalizmin ajandasından en azından orta vade için çıkmış değil. Bu ortamda dünyadaki sol hareketlerin savaşa tepkisi, bu emperyalist saldırganlığı geri çevirecek savaş karşıtı hareketlenme/tepkilere çeki düzen verecek, onları sürekli ve akıllı kılacak tek güç olarak daha bir önem kazanıyor. Peki kim ne diyor, ne yapıyor? Aşağıda komünist partilerin konumlanışlarına bakmaya çalışacağız.
“İÇERDE” DURUM
Savaşın sahibi olan ülkelerin komünist partileri, olmaları itibariyle ülke içinde örgütleyecekleri savaş karşıtı hareketlerle ciddi bir parametre olma potansiyeli barındıran ABD ve Britanya Komünist Partileri, kendi ülkelerinin yönetenlerini topa tutuyorlar.
ABD KP, Bush’un ülkeyi gayri meşru ve illegal bir savaşa soktuğunu, bunun siyasi istikrarsızlığı, nükleer-kimyasal-biyolojik silah kullanımını ve olası terörist karşı saldırıları körükleyeceğini ileri sürüyor. Gazetesinde 11 Eylül mağdurlarının savaş karşıtı açıklamalarına yer veren ABD KP, İran, Suriye ve Kuzey Kore’nin de Pentagon’un hedef listesinde olduğunu, bu gidişe dur demek için halkı örgütlemeye çalıştığını söylüyor.
Britanya KP ise bu yasadışı işgalle birlikte gelen savaş bütçesine de karşı çıkmayı gündemine almış. Açıklamalarında ABD hükümetinin Irak’a saldırmak için öne sürdüğü gerekçelerin kofluğu öne çıkıyor.
Irak’ın 1970’lerin sonundan beri başlıca Batılı güçler tarafından silahlandırıldığına, Halepçe’deki katliam dahil Saddam rejiminin her türlü zorbalığının görmezden gelindiğine ve bugün “demokrasi için savaş” argümanını pazarlayan diplomat ve siyasetçilerin yakın geçmişte Saddam rejimini savunanlarla aynı kişiler olduğuna dikkat çeken Britanya KP, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün ardından küresel hakimiyet yönünde rota değiştiren ABD’nin 1991 Körfez Savaşı’nda Irak’ın kitle imha silahlarını yok ettiğini ve son saldırının ABD petrol ve silah endüstrisinin en aç gözlü kesimleriyle bağlantı içinde olan Cheney-Rumsfeld-Wolfowitz kliği tarafından 1990’ların ortalarından bu yana planlandığını savunuyor. ABD’nin dünyanın en zengin ikinci petrol rezervine ve en önemli ticaret yollarından birine hakim olmak amacıyla giriştiği bu savaşa İngiliz kapitalist sınıfının desteğini “ABD’nin masasındaki kırıntılara üşüşmek” olarak tanımlayan Britanya KP, sırada Suriye, İran, Libya, Kuzey Kore ve hatta Küba’nın olabileceğini ifade ediyor.
Britanya’da savaşçı cephenin başının İşçi Partisi içinde tekelci sermayeyi temsil eden bir klik tarafından çekildiğini kaydeden Britanya KP, İşçi Partisi içindeki mücadeleyi görmezden gelemeyeceklerini, bu klike karşı kendilerinin de sivil itaatsizlik dahil her yola başvuracaklarını belirtiyor. Mayıs seçimlerinde İşçi Partisi’nden bir liderlik değişimi talep edecek olan parti başkanı, Irak’taki mevcut durumla ilgili olarak yönetimin BM’ye verilmesini ve Iraklı örgütlerden geçici bir yönetim kurulmasını talep ediyor. Birleşmiş Milletler de Britanya KP tarafından bugün ABD emperyalizmine karşı uluslararası düzeyde hareket edebilecek tek kurum olarak görülüyor. Bir milyon kişilik savaş karşıtı gösterilerin düzenlendiği ülkede KP, savaş karşıtı hareketin aklı olmak gibi bir sorumluluğu BM’ye devrediyor.
Kanada KP, hükümetin savaşta yer almayacağını açıklamasını örgütlü muhalefete bağlıyor ve bunun samimi bir açıklama olmadığını, Kanada’nın örneğin hava sahasını açarak örtülü bir destek verdiğini, ayrıca savaş karşıtlığının net bir dille ve çok önce açıklanması durumunda bunun ABD’ye frenleyici bir etki yapabileceğini, ancak bunun yapılmadığını ileri sürüyor. Kanada KP kesin bir dille Kanada’nın NATO, NAFTA ve FTAA’dan çıkması gerektiğini savunuyor, savaş karşıtlığını bu eksende de işliyor.
YKP ÖRNEK OLUYOR
Avrupa’da, komşumuz Yunanistan’da, halkın sahip olduğu ABD karşıtı duyarlılığa da dayanarak sağlam bir siyasi çizgi izleyen YKP sayesinde önemli şeyler oluyor. Üst üste düzenlenen savaş karşıtı gösteri ve mitingleri örgütleyen parti, savaş karşıtlığının sağlam temellere dayandığını gösterdi. Bu gösterilerden birinde, Pire Limanı’nda, bir NATO gemisinin limana yanaşmasının partili işçiler tarafından engellendiğini de not etmeliyiz. Altına imza atılan diğer önemli işler arasında yüksek katılımlı işçi grevlerini, bazı generallere ve 112 milletvekiline imzalatılan savaş karşıtı bildiriyi de saymak gerekiyor.
Yunanistan KP’nin Genel Sekreteri Aleka Papariga, “Yunanistan’ın savaştan çıkması, Irak halkına yapabileceğimiz en büyük iyilik olacaktır” derken, parti, Türkiye ile birlikte NATO’nun güneydoğu kanadının sorumluluğunu üstlenen Yunanistan’daki ABD ve NATO üslerinin kapatılması için yoğun bir çalışma yürütüyor. Haziran ayında Selanik’te gerçekleşecek AB Zirvesi için eylem hazırlıklarına geçen yıldan başlayan YKP, savaş karşıtı çalışmalarından buraya güç de kazandırıyor. Yunanistan KP, savaş karşıtlığını NATO ve AB karşıtlığıyla birleştirerek, sosyalist iktidar perspektifi ile yoğurarak anti-emperyalizm ekseninde kendi topraklarında var ediyor.
Fransa Komünist Partisi, BM onayı olsa da olmasa da savaşa hayır demek gerektiğini belirtirken, Fransa’nın savaşa karşı durumun “umut verici” olduğunu ve daha ileri taşınmayı beklediğini söylüyor. Irak’taki diktatörlüğün bölgesel konferanslarla son bulması, Saddam rejiminin devrilmesi gerekli görülüyor.
İrlanda İşçi Partisi, ABD saldırganlığını petrol için savaş üst başlığıyla değerlendirirken, ABD emperyalizminin Kuzey İrlanda barış sürecinde söz sahibi olmaması gerektiğine ve bu konuda Sinn Fein’in çifte standardına dikkat çekiyor. İrlanda İşçi Partisi’nin açıklamalarında, savaş karşıtı protestolara katılıp sonra da Bush’la el sıkışan Sinn Fein liderliğine karşı oldukça sert bir protesto göze çarpıyor.
İtalyan Komünist Yeniden İnşa Partisi, bu savaşın diktatörlüğe son vermek ya da teröre karşı mücadele etmek için değil, petrol ve ABD hegemonyasının sağlamlaştırılması için yapıldığını söylüyor.
ORTADOĞU’DA HAYAT DA KAFALAR DA ÇOK KARIŞIK
Asya’da Hindistan Komünist Partisi (Marksist)’in etkinliği açık farkla öne çıkıyor. “Marksist Hindistan” diye de anılan parti, sürecin en başından itibaren Hindistan’ın bütün büyük kentlerinde kitlesel katılımlı gösteriler düzenliyor. ABD saldırganlığını canice ve adaletsiz olarak nitelendiren HKP(M), Irak halkıyla dayanışma içinde olduğunu dile getiriyor. ABD saldırganlığına aktif bir karşı çıkış örgütleyen parti, bu örgütlülüğün baskısıyla Hindistan hükümetini net bir tavır almaya zorluyor.
Bangladeş Komünist Partisi de aktif bir anti-emperyalist tavırla ülkesinde gerçekleşen eylem ve grevlerde öncü bir rol oynuyor. ABD’nin dünya çapında fütursuz bir terörün faili olduğuna dikkat çeken Bangladeş KP, ABD’nin Hiroşima, Nagazaki, Vietnam ve Afganistan’daki savaş suçlarının ardından Ortadoğu’yu işgal edip sömürgeleştirmek ve yağmalamak istediğini belirtiyor. İşgal planının İsrail-ABD işbirliğiyle Filistin halkına boyun eğdirilmesini de kapsadığını ileri süren parti, bugün Irak’ta kullanılan silahların yarın başka yerlerde kullanılmasının hatta Bangladeş halkına çevrilmesinin hiç de uzak bir ihtimal olmadığını söylüyor. Emperyalistlerin zorbalığı altında BM’nin bağımsız bir hakem rolü oynayacak bir kurum olmaktan çıktığını, uluslararası hukuk, insan hakları ve insanlık kavramlarının bugün de ABD saldırganlığının dünya halklarını tehdit ettiğini söylüyor.
Brezilya KP, Irak savaşını barbarlığın keskin bir manifestosu olarak tanımlarken sosyalizmin çözülüşü sonrası ABD’nin tek yanlı bir egemenlik projesi peşinde olduğunu, jeo-politik, ekonomik ve stratejik sebeplerle Orta Asya, Ortadoğu ve Körfez bölgesini kontrol etmek istediğini belirtiyor. ABD hükümetinin askeri bir hegemonya kurma peşinde olduğunu belirten parti, devlet başkanı Lula’yı gösterdiği savaş karşıtı tavırdan dolayı kutluyor. Emperyalizmi tüm insanlığın düşmanı olarak teşhir eden, savaş karşıtı mücadelenin insani ve devrimci yanlarını öne çıkaran Brezilya KP, sokağı bu mücadelenin örgütleneceği alan olarak gösteriyor.
Kolombiya’da fiili bir savaşın içinde bulunan FARC-EP, ABD emperyalizminin jeo-politik ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda Irak’a saldırdığını söylüyor ve Kolombiya hükümetini bu saldırıya destek vermekle ve ABD’nin Kolombiya’yı işgal etmesini talep etmekle suçluyor.
Avustralya, Vietnam Savaşı’ndan sonra yapılan en büyük gösterilere tanık oluyor. Fakat sol geleneğin cılızlığı, kalabalıkların kritik hedeflere yöneltilmesini imkansız kılıyor. Avustralya Komünist Partisi, tüm dünya devletlerinin vatandaşlarını BM Güvenlik Konseyi’ni dilekçe yağmuruna tutmaya çağırıyor.
LİBERALİZMDEN UZAKLAŞMAYI KOPUŞA ÇEVİRMEK MÜMKÜN
Yukarıda aktarılan görüşlerin dışında, dünya genelinde daha geniş bir yelpazeye yayılan savaş karşıtlığı ortak bir eğilim taşıyor. Bu eğilimin, liberalizmden etkilenmiş hatta doğrudan pazar ekonomisinin kaçınılmazlığı, sosyal politikalarla kapitalizmin ehlileştirilmesi, özelleştirmelerin kontrollü gerçekleştirilmesi ya da AB yanlısı olmak konusunda ortaklaşan yapıları bile bu süreç içerisinde daha radikal bir eylemlilik içerisine soktuğu saptanabilir. Bunda şüphesiz Türkiye’de olduğu gibi dünyada da liberal solun hatta liberalizmin inandırıcılığını ve bir çekim merkezi olma hüviyetini kaybetmeye başlamasının sinyalleri var. Birleşmiş Milletler ve uluslararası hukuku öne koyan ve bağlayıcı sayan, dolayısıyla BM onaylı bir savaş durumunda nasıl bir tavır alacağı hiç belli olmayan bir hattın değil de emperyalizmin eleştirisine yönelen bir çizginin ağırlık taşıyor olması önemli ve değerli bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Bu olumlu eğilimin uzun süre devam edeceği ya da anti-emperyalist bir yönelime gireceğini beklemek içinse bir neden bulunmuyor. Tam da bu noktada sosyalist iktidar mücadelesini gerçekçi olmak adına kapitalist devletler arasında ehveni şer aramaktan daha gerçek kılmanın önemi ortaya çıkıyor. Tüm dengelerin oynadığı ve sistemin meşruiyetinin sorgulanmaya başladığı bu istikrarsız dönemin yeni bir dengeye kavuşması kaçınılmazdır.
Türkiye’de ve dünyada solun, savaş karşıtı hareketleri bir forma sokması, onların sürekliliğini ve güçlenmesini sağlaması bu yüzden de acil bir gereklilik. Bu da yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada ancak solun toplumsal etki ve siyasal perspektif kazanmasıyla mümkün olacak gibi görünüyor.